Duvarları kireç boyalı köşede küçük bir musluk, yanında biraz erimiş beyaz saf sabun…
Musluğun üzerinde asılı kırık bir ayna… Yerde duran takunyalar… Bahçenin bir yanında mis gibi kokan pembe- kırmızı güller. Yerde, hiç toplanmayan mavi hortum…
Ayrı bir köşede köşede küçük bir tüp ve tüpün üzerinde pişen patlıcan, biber kızartmaları… Onların çevreye yaydığı buram buram koku… Hele o şenlik havasında geçen, tadını unutamadığım çeşit çeşit şerbetli tatlılarla dolu güzelim bayramlar…
Anneannemin elini öpmek için toplanan komşuların, sıcak, içten konuşmaları, sohbetleri… Bahçe kapısına sıra sıra dizilip renkli bir şeker ya da küçük bir harçlık uğruna, mutlu olan çocukların duru, doğal, şen sesleri…
Bu şirin bahçe, çocukluk anılarımda ne çok yer etmiş, inanamıyorum!. Üzerinden bunca yıl geçmiş olmasına karşın, kimi kez aniden tüm saflığıyla gözümün önüne geliyor, tanımsız bir gülümseme yerleşiyor dudaklarıma. Mutluluğun resmini yapmak geliyor içimden…
Mutluluğun resmi derken, beni de büyüleyen, belleğimde yer eden koca Nâzım’ın dizelerini anımsıyorum. Dostu, büyük ressam Abidin Dino’ya yöneltilmiş şiir sözleri. Şiirimizin mavi gözlü, sarışın devi Nâzım beliriyor sanki karşımda. Onu duyumsuyorum:
“Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
İşin kolayına kaçmadan ama Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
Ne de ak örtüde elmaların
Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolaşan kırmızı balığınkini
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin”
Bu dizeleri mırıldanırken, tanımlayamadığım mutluluk resimlerini çiziyorum gözlerimle, bakışlarımla, duygularımla…